
| II. Mehmed Fâtih Sultan Mehmed محمد ثانى | |
|---|---|
| Kayser-i Rûm · Ebû’l-Feth Fâtih · Han · Sultan | |
| 7. Osmanlı Padişahı Birinci saltanatı ( Saltanat süresi : 1 yıl 9 ay ) ( Tahttan ayrılma sebebi : Babası lehine terk ) | |
| Hüküm süresi | Ağustos 1444 – Eylül 1446 |
| Önce gelen | II. Murad |
| Sonra gelen | II. Murad |
| İkinci saltanatı ( Slatanat süresi : 30 yıl 3 ay ) ( Tahttan ayrılma sebebi : Ölüm ) | |
| Hüküm süresi | 3 Şubat 1451 – 3 Mayıs 1481 |
| Önce gelen | II. Murad |
| Sonra gelen | II. Bayezid |
| Tahta Çıktıgında Yası : 12 yas, 8 ay | |
| Doğum | 30 Mart 1432 Edirne, Rumeli Eyaleti, Osmanlı Devleti |
| Ölüm | 3 Mayıs 1481 (49 yaşında) Gebze yakınları Hünkar Çayırı, Anadolu Eyaleti, Osmanlı İmparatorluğu |
| Defin | 22 Mayıs 1481 Fatih Külliyesi, İstanbul, Türkiye |
| Eşleri | Emine Gülbahar Hatun Gülşah Hatun Helena Hatun Alexias Hatun Sitti Mükrîme Hatun Hatice Hatun Çiçek Hatun Anna Hatun |
| Çocukları | II. Bayezid Cem Sultan Şehzade Mustafa Gevherhan Hatun |
| Tam adı Meḥemmed bin Murad Han | |
| Hanedan | Osmanlı Hanedanı |
| Babası | II. Murad |
| Annesi | Hüma Hatun |
| Dini | Sünni İslam |
| Valilikleri : Amasya ( 1437-1439) Manisa (1439-1444 / 1446-1451) | |

ESLERI
1) Emine Gül-Bahar Hatun
2) Helene Hatun
3) Alexias Hatun
4) Gülsah Hatun
5) Sıtt-i Mükrime Hatun
6) Çiçek Hatun
7) Anna Hatun

Fatih Sultan Mehmed Han, çok yönlü, ileri görüşlü bir padişahtı. İstanbul’un fethi, onun için önemli bir hedefti ama, sadece surları yıkıp şehirler almakla bir yeni çağa açılamaz, cihana nizam verilemezdi. Önce Hristiyan dünyasının kendisine karşı birleşmesini önlemeye çalıştı. Anadolu’daki Türk birliğini kurmak için gayret gösterdi. O, başarılı bir kumandan, bir fikir adamı olduğu kadar büyük bir devlet adamıydı.

Fatih Sultan Mehmed Han hicri takvime göre 27 Receb 835 yılında doğdu. Bir Pazargünü, şafak vaktinde, devletin başkenti olan Edirne’de dünyaya geldi. Yedinci Osmanlı padişahı II. Mehmed, II. Murad’ın oğludur. Annesi Hüma Hatun, tarihçi Babinger ve yazar Lord Kinross’a göre gayrimüslim bir köledir. Yine Babinger’e göre ölümünden sonra Acem efsanelerindeki cennet kuşu hümadan esinlenerek Hüma Hatun olarak adlandırılmıştır. Şehzade Mehmed iki yaşına kadar Edirne’de kaldıktan sonra 1434’te süt ninesi ve küçük ağabeyi Alaeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed’in Rum sancak beyi olduğu Amasya’ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmed’in erken yaşta ölmesi üzerine şehzade Mehmed altı yaşında Rum sancak beyi oldu (İnalcık’a göre şüpheli). Diğer ağabeyi Alaeddin Ali ise Manisa’da Saruhan sancak beyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murad’ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Şehzade Mehmed, siyaset ve yönetim bilgisini artırmak için şehzade sancağı olan Manisa’ya gönderildi. Burada da sıkı bir öğrenim görerek geleneksel Doğu ve İslam bilimlerini öğrendi. Şehzade Mehmed’in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Şehzade Mehmed’e eğitilmesi kolay olmadı. Dönemin ünlü eğitimcilerinden Molla Güranî ve Molla Hüsrev’den ders aldı. Sonunda babası heybetli ve otoriter bir alim olan Molla Güranî’yi görevlendirdi. Anlatılanlara göre, II. Murad Molla Güranî’ye bir değnek vermiş ve Şehzade Mehmed itaatsizlik ederse kullanmasını söylemişti. Molla Güranî Şehzade Mehmed’e, dersini dikkate almayan bir öğrencinin hocası tarafından dövülmesi ile ilgili edebi bir cümleyi incelemiş, Şehzade Mehmed durumun ciddiyetini kavrayarak eğitimine önem vermeye başlamıştır. Şehzade Mehmed’in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanist Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına aracılık etmişlerdir. Bu durum Şehzade Mehmed’e çok kültürlülük kazandırmıştır. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan Şehzade Mehmed’in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed Han’ın Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Latince, Rumca, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlere dayandırılmaktadır.



FATIH SULTAN MEHMED HAN’IN DEFTERINDEN
Fatih’in çocukluk yıllarında, üzerine kendi elleriyle resimler yapıp, yazılar yazdığı bir defteri vardı. İstanbul Tıp Tarihi Enstitüsü Müdürü Süheyl Ünver tarafından neşredilen bu defter, bize; Fatih’in çocukluk şahsiyetine, tahsil ve terbiyesine, öğrendiği dillere, zevklerine, hocalarına dair mühim bilgiler verecek işaretler taşımaktadır. Süheyl Ünver’in 20 yıl süren ciddi bir araştırmayla sunduğu bu defterden, Türk Milleti’ne bir imparatorluk kazandıracak çocuğun çok kesin çizgilerle resim yaptığı, yani Fatih’in ressamlığını öğreniyoruz. Bu resimler, bugünkü karakalem çalışmalarına benzeyen fakat malzeme olarak kamış kalemle ve mürekkeple çizilmiş güçlü çalışmalardır. Fatih, defterine hocalarının portrelerini çizmiş, hocalarına verdiği nur yüzlü çehrelerle bize onların hem maddi hem de manevi hüviyetlerini belirtmiştir. Babasının sarayında rehine olarak veya başka sebeplerle bulunan, belki de kendisine Yunanca öğreten Hristiyan tiplemelerinin görünüşlerini çizmiştir. Bu insan figürlerinin başka başka kimselere ait oluşu ve Fatih’in, mesela bir burun çizmek için kesin çizgilerle çalışması, onun keskin görünüsünü ve sağlam ifadesini belirtmektedir. Defterde çizilmiş olan özellikle at resimleri, at başları, at üzerinde bir ömür geçirecek cihangirin at sevgisini düşündürecek özelliktedir. Diğer resimler, Türk süsleme sanatında kullanılan çiçek ve yaprak motiflerle leylek, kartal, kuş resimleridir. Bu resimler, özellikle portreler, bir Osmanlı şehzadesinin hem de insan resmi yapması ve resim yaparken kalemini kılıç gibi kullandığını hissettirecek bir üsluba varması bakımından çok mühimdir. Defterde Fatih’in, Osmanlı sultanlarının imzaları demek olan tuğrası da kendi eliyle birkaç defa çizilmiştir. Çocuk Fatih’in tuğrasına, daha o yaşta “el-Muzaffer Daima” ibaresini de yerleştirmiş olması, özellikle dikkat çekiyor. Defterin bir yerine Mehmed, Ali, Yusuf adları yazılmış, bir yerde İslami Türk alfabesi ve ebcet sıralanmış, bir başka yerde Yunan alfabesi yazılmıştır. Bu son alfabeyle, Fatih’in daha çocukken Yunanca öğrendiği hakkındaki tarihi bilgiyi desteklemektedir. Aynı defterdeki Farsça beyitler, çocuk Fatih’in zengin kültürünü bütünleyen işaretlerdendir.

FATIH SULTAN MEHMED HAN’IN KILICI
Fatih Sultan Mehmed’in savaşlarda kullandığı kılıcı çelik, som (balık dişi), demir ve altından yapılmış. Uzunluğu 125 cm. Üzerinde kılıç ustasının yazdığı bir dua yer alıyor:
“Bismillahirrahmanirrahim”
Hak dinin bağlarını parıltılı ve açık harfli ayetlerle ve keskin ve parlak kılıçlarla güçlendiren yüce Allah’a hamd olsun. Salat ve selam, en güzel fasih sözlerle vasfedilen Hazret-i Muhammed ve ehli beytine olsun. Allah’ım! Dinin erkanlarını yüceltmek için mücadele eden gazi ve mücahitlerin sultanı, cihat için çekilen keskin kılıç olan Sultan Murad Han’ın oğlu Muhammed Han’a güç, kuvvet ver ve kılıcının kınını şeriat düşmanlarının boynunda, kaleminin mürekkebini de alemlerin rabbinin inayetinde eyle. O, Sultan Osman Han’ın oğlu Orhan Han’ın oğlu Murad Han’ın oğlu Beyazıt Han’ın oğlu Mehmed Han’dır. Allah onların mezarlarının toprağını, gazilerin kılıçlarından akan saf su ile sulasın ve kılıçların gölgesi altında olan cenneti de mekanları eylesin, amin ya rabbelalemin.




ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺮاد ﺧﺎن ﻣﻈّﻔﺮ داﺋﻤﺎ
MEHEMMED BİN MURAD HAN MUZAFFER EL DAİMA
FATİH SULTAN MEHMED HAN’IN TUĞRASI AÇILIMI






Fatih Sultan Mehmed Han çocukluğundan itibaren yoğun bir İslami ve ilmi eğitim aldı. Kendisinden önceki altı padişah gibi o da askeri hususlarda bilgi ve tekniğe sahipti. Fatih Sultan Mehmed, birçok tarihçi tarafından bir Rönesans Hükümdarı olarak tanımlanmaktadır. Fatih, İtalya ve İtalyan kültürünü tanıyan nadir bir Doğu hükümdarıydı. Sultan Mehmed’in İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini ifade etmektedir. Fatih’in özellikle İstanbul’un fethinden sonra zengin bir kütüphanesi vardı ve binlerce ciltlik kitaba sahipti. Antik tarihe meraklı olan padişah, Pulutarque’nin Geographia isimli eserini Yunanca’dan Türkçe’ye çevirerek coğrafya bilimlerine olan ilgisini göstermiştir. Fatih Sultan Mehmed’in sarayında Yunanca ve İtalyanca bilen iki katip bulunuyor ve padişaha eski çağ tarihiyle ilgili bilgiler veriyordu. Mitolojiyle ilgilenen Fatih Sultan Mehmed Han, Homeros’un meşhur İlyada Destanı’nın kopyasını hazırlatmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın yanında bulunan İtalyan nedimesi ona Antik Yunanistan’daki düşünürlerin ve Romalı tarihçilerin eserlerini okumuştur. Fatih Sultan Mehmed Han papaların, imparatorların, Fransa krallarının, Büyük İskender’in, Lombardların ve kayınamelerini okumuştur. Bizanslı aydın Gregios Phrantezes Fatih Sultan Mehmed Han’ın Büyük İskender, Roma İmparatoru Augustus, Bizans İmparatoru Büyük Konstantin ve Theodosios gibi şahsiyetlere karşı hayranlık beslediğini söyler. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed Han, ateşli silahlara karşı yoğun ilgi göstermiş, tarihteki ilk havan topu olduğu bilinen sayının çizimlerini bizzat kendisi yapmıştır. Sultan Mehmed, huzurunda felsefi tartışmalar yaptırıyordu. Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios ve Hocazade gibi devrin büyük zekalarını korumuş, Hristiyan bilim adamları ve sanatkârları sarayına davet etmiş, onlara iltifat ve ikramlarda bulunmuştur. Fatih Sultan Mehmed Han ayrıca İtalyan ressam Gentile Bellini’yi kendi hususi resmi olmak üzere çeşitli portreler ve heykeller yaptırmıştır.
Divan edebiyatında Fatih Sultan Mehmed Han, Avni mahlasıyla şiirler yazmış, şiirlerine “Avni” imzasını atmıştır. Deveoglu lügatına göre avni “yardımla ilgili” manasına gelmektedir. Bu halde Fatih Sultan Mehmed, yardımseverliğin mahlasına da tecil ve mahlasında tecil etmiştir.
Hristiyanlığı yakından tanımak isteyen Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul Ortodoks Kilisesine patrik olarak atadığı Gennadios ile Hristiyanlık akidesi üzerine müzakereye girişmiş ve bu müzakerenin yazılmasını istemişti. (Gennadios Itikadnamesi) Hatta bu durum Avrupa’da Fatih Sultan Mehmed Han’ın Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlanmış ve Papa II. Pius padişahı Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme almıştı.

FATİH SULTAN MEHMED HAN’IN ORTODOKS PATRİKHANESİ LİDERİ II. GENNADİOS İLE GÖRÜŞMESİNİ BETİMLEYEN TABLO 1454
Istanbul’u fethetmesinden sonra Ebü’l-Feth (اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ yani Feth’in Babası) ve daha sonraki asırlarda Fatih (ﻓﺎﺗﺢ) lakabıyla anılmıştır. Avrupa’da Büyük Türk (Grand Turco) olarak da anılmıstır. İstanbul’un fethi, Orta Çağ’ın sonu, Yeni Çağ’ın başlangıcı olmuştur. Bundan dolayı Fatih Sultan Mehmed Han “çağ açan hükümdar” olarak da tanınır. İstanbul’un fethinden sonra Kayser-i Rum (ﻗﯿﺼﺮ روم yani Roma İmparatoru) unvanını da kullanmaya başlamıştır. İstanbul’un fethiyle 1000 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu son bulmuştur. Fatih Sultan Mehmed Han, çıkardığı yasalarla devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirmiştir.
Yoğun iç ve dış sorunlar karşısında II. Murad, yorulduğunu belirterek 1444’te tahtını II. Mehmed’e bırakarak Manisa’ya çekilmiştir. İlk saltanatı 2 yıl, ikinci saltanatı 30 yıl kadar sürmüştür.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Maltepe’deki ordugahında öldü. Guta hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Beyazıd tahta çıktı. Fatih Sultan Mehmed Han, Fatih Camii’ndeki türbesinde yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zira Fatih Sultan Mehmed Han bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylemiyordu. Ancak tarihçiler seferin Mısır’a ya da Roma’ya (Papalık) olacağı yönünde tahminler yürütmektedir. Ama başka kitaplar ve tarihçiler ise farklı yerlere fetih düzenleyeceği görüşündeydi. Birlikleri Üsküdar’da topladığı ve hazırlıkları başlattığı için seferin İtalya’ya olma olasılığı günümüz tarihçileri tarafından makul bulunmamaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han öldükten sonra Papa, 2-3 gün boyunca tüm kiliselerin çanlarını çaldırmıştır.

Fatih’in Bosna Fransiskanları’nın özgürlüğü ile ilgili fermanı
Fermanın Latin haflerine transkripsiyonu
Nişan-ı hümayun şu ki:
Ben ki Sultân Mehmet Hanım. Cümle avâm ve havâssa ma‘lûm ola ki, işbu dârendegân-ı fermân-ı hümâyûn Bosna ruhbânlarına mezîd-i inâyetim zuhûra gelip buyurdum ki, mezbûrlara ve kiliselerine kimse mâni‘ ve müzâhim olmayıp ihtiyâtsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn ü emânda olalar.
Gelüp bizim hâssa memleketimizde havfsiz sâkin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezîrlerimden ve kullarımdan ve reâyalarımdan ve cemî‘-imemleketim halkından kimse mezbûrelere dahl ve ta‘arruz edip incitmeyeler,kendülere ve cânlarına ve mâllarına ve kiliselerine ve dahi yabandan hâssa memleketimize âdem gelirler ise yemîn-i mugallaza ederim ki yeri, göğü yaratan Perverdigâr hakkıçün ve Mushaf hakkıçün ve ulu Peygamberimiz hakkıçün ve yüzyirmi dört bin peygamberler hakkıçün ve kuşandığım kılıç hakkıçün bu yazılanlara hiçbir ferd muhâlefet etmeye. Mâdâm ki bunlar benim emrime mutî ve münkâd olalar.
Şöyle bilesiz.
Fermanın Günümüz Türkçesiyle tercümesi
Bu padişah fermanı şöyledir:
Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum:
Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntı vermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır.
Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben, nevezirlerim, ne kullarım, ne uyruklarım, ne de ülkemin bütün halkından hiç kimse adı geçenlere —kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine— dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir. Yeri, göğü yaratan Rızıklandırıcı adına ve Kur’an adına ve ulu Peygamberimiz adına ve yüz yirmi dört bin peygamber adına ve kuşandığım kılıç adına yemin ederim ki, bu kişiler emrime itaat ettikleri sürece, bu yazılanlara hiç kimse uymazlık etmeyecektir.
Böyle biline.
Fatih Ahidnamesi, Fatih Sultan Mehmed’in Bosna-Hersek’i fethinden sonra, 28 Mayıs1463 tarihinde Milodraz’da yazılmıştır. Aslı Bosna-Hersek’in Fojnica şehrindeki Fransisken Katolik Kilisesi’nde olan bu ferman, Bosnalı Fransiskenlere geniş çaplı bir koruma sağlamaktadır.

Ahidname, 559 yıldır ülkenin orta kesimindeki Fojnica (Foynitsa) şehrinde bulunan manastırda muhafaza ediliyor. İnsan hakları ve özgürlükler konusunda yayınlanmış en eski belgelerden olan Ahidname, Fransisken rahip Andjeo Zvizdovic’e 28 Mayıs 1463 tarihinde verilmiş ve ülkedeki Fransiskenlere ibadet etme özgürlüğünün yanında bir dizi hak ve özgürlük tanımıştı. Zvizdović’in burada Fatih Sultan Mehmed’den canları, malları ve din özgürlüklerinin korunmasına dair belge olan Ahidname’yi alması, Bosna Hersek’te geleneksel olarak kutlanıyor.
Ahidname, tarihteki ilk insan hakları belgesi olarak kabul edilen 1776 yılına ait ABD Anayasası’ndan 313, Birleşmiş Milletler’de 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden 485, 1995 yılında kabul edilen Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Sözleşme’den ise 532 yıl önce yayınlanması dolayısıyla insan hakları ve özgürlükler alanında büyük önem taşıyor.

Her yıl farklı ülke ve inançtan çok sayıda insan Ahidname’yi görmek için müzeyi ziyaret ediyor. Müzede, görme engellilerin de okuyabilmesi için Ahidname’nin kabartma yazı kağıdına işlenmiş hali de bulunuyor.


1000 Türk Lirası banknotun arka yüzü (1986-1992)

FATİH SULTAN MEHMED HAN KÜLLİYE PLANI

FATİH SULTAN MEHMED HAN KÜLLİYESİ 1880
Murat Bardakçı’nın Türbe ve geçmişi ile ilgili ilginç yazısı;
Günümüzdeki Fatih Camii’nin altında I. Konstantin’in mezarı bulunmaktaydı. Fatih Sultan Mehmed Han “Roma İmparatoru” hayali ile burayı istiyordu. Şuanda Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesinin de içinde bulunduğu Fatih Camii’nin yerinde fetihden önce Hristiyan mabedi olan
“Havariyan Kilisesi” vardı ve İstanbul’un kurucusu olan Roma İmparatoru I. Konstantin’in mezarı da bu kilisedeydi. Fatih Sultan Mehmed Han da ismini taşıyan caminin bu kilisenin yerine inşa edilmesini ve öldüğünde de aynı caminin avlusuna defnedilmeyi istemiş; böylelikle Konstantin ile aynı mekanda yatarak çocukluğundan beri taşıdığı “Roma İmparatoru” hayalini hakikat yapmaya çalışmıştı. Nisan yağmurları, İstanbul’a 1800’lerin sonunda her zamankinden fazla yağmış, şehri seller götürmüş, Fatih tarafları göle dönmüş ve her taraf su basmıştı. Selin hemen ertesi günü Fatih semtinin sakinleri arasında bir dedikodu çıkmıştı: Fatih Sultan Mehmed Han gece halkın rüyasına girmiş, “Boğuluyorum, beni kurtarın” demiştir. Tahtta, II. Abdülhamid vardır ve hükümdar dedikodulardan anında haberdar olmuştur. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz’in damadı Şerif Paşa ile Fatih ve Aksaray taraflarının itfaiye kumandanı Mehmed Paşa’yı huzuruna çağırır. Türbeye giderek mezarı açıp Fatih Sultan Mehmed Han’ın naasını kontrol edecek, halkın gördüğü rüyanın doğru olup olmadığını araştıracak ve saraya dönüp rapor vereceklerdir. Hükümdar, paşaları türbeye göndermeden önce göreceklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine dair sıkı sıkı yemin ettirir. Mehmed ve Şerif Paşa, Fatih Camii’nin yanındaki türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazanlar. Derken, önlerine demir bir kapak çıkar. Kapağı açtıklarında taş bir merdiven görürler. Ellerinde lambalarıyla merdivenden iner ve daha derine uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Dehlize dalar, metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran başka bir mekana gelirler. Ortada musalla taşına benzeyen bir mermerin üzerinde de işlemeli ağaçtan yapılmış bir tabut bulurlar. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar, Fatih Sultan Mehmed Han’ın mumyasını… Yüzü aynen, yaşadığı devirde çizilmiş resimlerindeki gibidir… Mumyanın başında dua eden paşalar tabutu kapatıp hayattaki bir hükümdarın huzurundan ayrılırcasına adımlarını geriye doğru atarak uzaklaşırlar. Yukarıya çıkar, sandukayı yerleştirir ve saraya gidip gördüklerini Abdülhamid’e anlatırlar. Padişah sellerin Fatih Sultan Mehmed Han’ın naasına zarar vermemiş olmasından memnuniyet duyar ve paşalara yeminlerini hatırlatıp “Gördüklerinizi unutunuz” der. Ama, Damat Şerif Paşa yeminini seneler sonra bir tarafa bırakır, hadiseyi 1940’lı yıllarda o zamanın meşhur kalem erbabından İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Mercan’daki konagında yapılan musikili bir sohbet meclisinde anlatır ve söyledikleri, o günlerde çıkan bir tarih dergisinde de kısa bir biçimde yayınlanır. Hükümdarları ve önemli devlet adamlarını mumyalamak, Türkler’de İslamiyet öncesi zamanlardan kalma bir adetti, birçok Selçuklu Sultanının yanı sıra Fatih Sultan Mehmed Han’ın oğlu II. Beyazıd’a kadar bütün Osmanlı hükümdarları mumyalanmıştı. Hükümdarın başkentten uzakta savaş meydanında can vermesi halinde, mumyalama zaten kaçınılmazdı. Fatih Sultan Mehmed Han da başkentinden uzakta ölmüştü. Yeni bir sefere çıkmak için 1481 27 Nisan’ında 300.000 kişilik ordusuyla İstanbul’dan ayrılmış, 3 Mayıs günü Maltepe civarındaki Hünkar Çayırı’nda hayata veda etmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatından sonra cenaze gizlice Topkapı Sarayı’na nakledilirken vezirleri
hükümdarın Anadolu’da valilik yapan iki oğluna, Şehzade Beyazıd ile Cem’e babalarının vefatını haber verdiler ve hemen İstanbul’a gelmelerini istediler. Hükümdarın vefatının duyulması bütün çabalara rağmen önlemedi ve İstanbul’da tam bir anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını sokak ortasında parçalıyor, devletin büyükleri ise tahta geçecek şehzade konusunda birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Devletin üst düzeyi iktidar için birbirlerinin gözünü oyarken Fatih Sultan Mehmed Han’ın naasının tahnit edilmesi unutuldu, hatta naasın başında mum yakılması adeti bile kimsenin aklına gelmedi ve naas koktu. Öyle ki, saray görevlileri, naasın vaziyetini ortalığı dayanılmaz bir kokunun sarması üzerine hatırladılar ve hükümdarın baltacılarının kethüdası, yani o zamanın bir çeşit saray muhafızı olan Kasım adındaki biri tarafından mumyalandı. Taht birkaç gün sonra II. Beyazıd’ın geçmesinden sonra, sabık hükümdar için çok büyük bir cenaze merasimi yapıldı ve hükümdarın naası, kendi yaptırmış olduğu caminin avlusundaki türbeye defnedildi.
OSMANLI’NIN GENÇ DEHASI FATIH SULTAN MEHMET KITABINDAN ;
”İrem bağının kendinden bir köşe olduğu Konstantiniyye’nin güzelliği, adı ve sanıyla dillerde söylenmiş ünü illerde tanınmış ve tarih kitaplarında yazılmıştır. Niçin böyle güzel ve değerli bir belde, ülkemin ortasında ve idarem arasında olup da saltanatım günlerinde küfür ocağı, taşkınların yatağı ve isyancılar durağı olsun?
FATIH SULTAN MEHMED HAN
IKI ÇAGIN SULTANI FATIH SULTAN MEHMED KITABINDAN ;
Aynı çizgide yürüyen padişahların aynı ölçüyü yönetim tarzı yaptıklarına tarih şahitlik etmektedir. Rivayet olunur ki, Fatih Sultan Mehmed, adını tasıyan caminin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren Rum mimarlardan Ipsilanti Efendi’ye kızı pelini kestiriyor. Bunun üzerine Ipsilanti Efendi, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye başvuruyor. Haksızlığa uğradığını belirtip, hakkının Padişah’tan alınmasını istiyor. Kadı, Padişah’ı mahkemeye çağırıyor. Padişah girdiginde Ipsilanti Efendi davacı makamında ayakta durmaktadır. Padişah “maznun” minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi’nin kükremesine irkiliyor: “Begüm, hasmınla mürafaai ser’olunacaksın, (beyim, davacı ile hukuk önünde yüzleşeceksin) ayağa kalk!” Padişah ayağa kalkıyor. Kendisini savunması istenince, öfkesine mağlup olduğunu ve bu yüzden hata ettiğini belirtiyor. Kadı Efendi “Kısasa kısas” hükmü veriyor. Hüküm gereğince Padişahın da eli kesilecektir. Dinleyenler dehşetten ve hayretten donakalıyor. Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmadık bir haldedir ki, Ipsilanti Efendi’nin eli, ayağı titremeye başlıyor. Aklı başına gelir gibi olunca da kendisini Padişah’ın ayaklarına atıyor: “Davamdan vazgeçtim. İslam adaletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lanetlenmeyi göze alamam.” Fatih’in eli kesilmekten kurtuluyor. Amatazminat ödemeye mahkum oluyor. Kestirdiği elin diyetini şahsi gelirinden ödüyor. Ayrıca Rum mimara bir de ev veriyor. Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra, Padişah Kadı’ya dönüyor: “Bak a Hızır Çelebi” diyor, “bu padişahtr deyu iltimas eyleseydin, ser’i şerife mugayır hüküm verseydin, su kılıçla başını Hızır Çelebi minderini kaldırıyor, minderin altında demir topuzu Padişah’a gösteriyor: “Siz de padişahlığınıza mağruren hükmü tanımasaydınız, billahi bu topuzla bağınızı ezerdim.” (Bu olay “Evliya Çelebi Seyahatnamesi”nin Millet Kütüphanesi’ndeki Ali Emiri koleksiyonunda bulunan yazma nüshanın birinci cildinin 36. sayfasında detaylı biçimde ayrıca Abdurrahman Adil’in “Hadisat-ı Hukukiyye” isimli eserinin 1923’te yayınlanan 12. cüzünün 185-186. sayfalarında mevcuttur.)
Kime yar olam cihan içinde yarum var iken ?
Kime kul olam sah-ı tacdarum var iken ?
Har ü has nesv ü nema bulur bahar irince ah…
Ben hazan-ı hecre düsdüm nev-i baharum var iken…
Bülbül ü gül isi naz ile niyaz illa benüm,Hasılım dag-ı cefadur lale-zarum var iken…
Intisabum hizmetüm bi-ragbet aldı akıbet,Har ü zar oldum aziz ü kam-karum var iken…
Lesker-i gam sah-ı ıska nice bulsun destres, Avniya meyhane gibi bir hisarum var iken…
KAYNAK :
Yavuz Bahadıroglu / Iki Çagın Sultanı
Osmanlı Tarihi / Vatan Gazetesi
Hüseyin Tekinoglu / Osmanlı’nın genç dehası
wikipedia.org
ozhangursoynotlari.blogspot.com
bosnahersek.ba
balkannews.com.tr
aa.com.tr
Yorum bırakın